İlkay’ın eğlenceli yolculuğunda tuttuğu notlar bu ülkeyi gezmek isteyenlere ışık tutuyor.
İSPANYA GEZİSİ NOTLARI
Gençtur’dan aldığım bir aylık global interrail biletimle Sirkeci’den trenle yola çıktım. Bilet fiatı 385 euroydu. Bu biletle seçtiğiniz rota üzerindeki tüm tren ve gemilerde kullanılabiliyor, ancak sürekli bir rezervasyon ve ek ücret talebiyle karşılaşıldığını da belirtmeliyim. Seçtiğim rota Yunanistan üzerinden ferryle italya, italyadan tekrar trenlerle Fransa’nın güney kıyılarını geçip, ispanya’ya ulaşmak üzereydi. Sirkeci’den Uzunköprü sınırı ve Phytion Yunan sınırında pasaport kontrolleri ve çıkış parası ödemesinden sonra yolculuk Selanik’ e kadar sürüyor. Gece Selanik’e vardıktan hemen kısa bir süre Atina’ya yataklı tren var. Çok seri hareket etmek, ek ücret ödeyip, yer bulmak gerek. Yaz sezonununda etkisiyle olsa gerek tren çok kalabalıktı. Sabah Atina’ya vardıktan sonra, daha önce bu şehri gezmiş olduğum için, liman kenti Patras’a giden trene bindim. Patras’tan İtalya’nın üç liman kentine ferryler kalkıyor, Bari, Brindisi ve Ancona’ya. 10 euro civarı ek ücret ödeyip, rezervasyon yaptırıp, ouzomu da aldıktan sonra Superfast ferryle yola çıktım. Feribot çok lüx, ancak interrailciler en üst katta yıldızların altında, plastik, sert koltuklarda çok rahat olmasa da uyuyabiliyorlar. Bu noktada deniz yatağı ve uyku tulumunu gerekli aparatlar olarak belirtebilirim. Bir gece ve yarım gün süren deniz yolculuğunun ardından Ancona’ya varılıyor. Ancona’dan Voghera ismli küçük bir şehire geçtim. Birkaç günlük sürekli yolculuk yorduğundan tren istasyonuna yakın bir otel bulup dinlendim,ertesi gün çok erken saatte Nice giden trene bindim. Yemyeşil doğası ve deniz manzaralı kampinglerle dolu Fransa’nın güney kıyılarında yol alıp Marsilya’ya vardım. Marsilya turistlerle dolu büyük bir liman kenti. Çok fazla müslüman Afrikalı insan vardı ve pazar gibi sokaklara taşan dükkanlarda sebze, meyve satıyorlardı. İki gecelik, “non-stop music fiesta” ya denk gelmişim. Her sokakta ayrı müzik vardı, reggea, rap, latin jazz vs…insanlar sokaklarda gülümseyerek birbirlerine iyigünler, iyigeceler dileyerek dolaşıyorlardı. “Du Classisme a La Modernite” müzesinde Van Gogh, Cezanne, ve birçok ressamın gerçek tablolarını görüp, festivalde sokaklarda müziğe doyup, evsizlerle katedral bahçesinde uyuyup ve daha sonra plajında yüzdükten sonra Marsilya’dan ayrıldım, Barcelona’ya doğru.
Barcelona
Barcelona’da turist otobüsü denilen üç hatlı otobüsler bulunmakta. Şehirde görülmesi gereken önemli yerleri gezdiren bu otobüsler Katalunya merkezden kalkıyor. Pek hoşlanmama rağmen bu otobüsler kısa zamanda şehri keşfetmek için yararlı olabilir. Barcelona’da Gaudi’nin mimari sanat şaheserleri, Picasso müzesi, hayvanat bahçesi, denzialtı müzesi,La Sagra da Familia katedrali görülesi. Ben “Roma Yolu” ve orada müzik yapan insanları çok sevdim. La Rambla’da gece, gündüz hareketli ve renkli bir sokak. Barcelona gece hayatına da biraz katıldıktan sonra Valencia’ya doğru yola çıktım.
Valencia
Valencia en sevdiğim İspanya şehirlerinden biriydi diyebilirim. Çok da büyük ve kalabalık olmayan bu şehirde 10euroya kalacak çok güzel bir hostel buldum. Ve harika müzeler gezdim. “Museum de Bellas Artes” de 15. yüzyıl resim sanatından Velasquez, Goya, El Greco’lara kadar yüzlerce tablo bulunmakta. ” Instıtut Valencia D’art Modern” müzesinde Dali, Picasso, Basquet ve birçok fotoğraf sanatçısının eserlerini de gördükten sonra gece de aynı yerde blues konseri izledim. Valencia’da “Ceramica Y de Las Artes Suntuarıas” müzesinde 14. yüzyıldan Picasso’nun seramiklerine kadar bir çok seramik eser görmek mümkün. 207 basamaklı El Micalet katedrali’ne çıkıp şehire kuşbakışı bakmak da tavsiye edilir. El Micalet’in önünde bir gitariste katılıp, biraz müzik yapıp, para kazandıktan ve gece sahilde ki elektronik müzik festivaline katıldıktan sonra Alicante’ye doğru yola çıktım.
Alicante
Alicante’de festival zamanıydı. Geceleri inanılmaz güzellikte havai fişek gösterileri, sokaklarda yakılan sanat eserleri (bir yarışma geleneğiymiş) ve Santa Cruz tepesinden şehire bakmak büyüleyiciydi. Şaraplarından da sözetmeden geçmek istemem.”Alicante’den bir arkadaşımla otostop yaparak Granada’ya geçtik.
Granada
Badem ağaçlarıyla dolu yollardan geçerek varılan Granada’nın kelime anlamı ” Nar ” mış. İçinden geçen “Rio Genil” nehiri, politik tavırlarını açıkça belirten çok güzel genç insanları, sokak müzisyenleri ve hayatımda gördüğüm en güzel grafitileriyle,yolculuğum boyunca aşık olduğum ve çıkıp gitmekte en çok zorlandığım yer Granada oldu. Granada deyince akla gelen ilk mekan sanırım “Al Hambra”dır. Cennet bahçesinde önemli bir mimari. Al Hambra’ya karşıdan bakan ortasında çeşmesiyle, genç insanların toplanma yeri “Saint Anton” (Elvira) hoş bir yer. Özellikle Granada’da ve tüm İspanya’da en çok duyduğum sözler; “tranquilla” ve “maniana”. ” Tranquilla”, dinlence, sakinlik, rahatlık anlamında. ” Maniana” ise, yarın yada yarın sabah anlamında. İspanyol insanların hiçbirşey için aceleleri yada endişeleri yok gibi, sakinlik, rahatlık ve telaşsızca yaşamak, hep yarına inanmak onların yaşam felsefeleri.Daracık ara sokaklardan yukarı doğru tırmanarak, tüm grafitilerin fotoğraflarını çekmek yarım günümü aldı.
Malaga
Malaga’da görülmesi gereken en önemli yer (bana göre tabiiki) Picasso Müzesi. Müzeyi gezmek, arkadaşımın ağabeyinin Türk lokantasını bulmak ve ailesiyle yüzmeye gitmekle geçen bir zaman dilimiydi Malaga benim için. Malaga’dan otobüsle Tarifa’ya, oradan otostopla Zahara’ya gittim.
Coste de La Cruz (plaja de Zahara)
Şiddetli rüzgar alan bu sahilde hem sörf, hem yamaçparaşütüne benzeyen rengarenk nesnelerle denizin üzerinde uçmak için insanlar buraya geliyorlarmış. Doğum günümü onları izleyip, yüzerek kutladım. Bu mekanda bungalowlar ve karavanlar için kampingler mevcut. Orada tanıştığım Alman arkadaşın motosikletiyle Cadiz’e geçtik.
Cadiz
sokakları, binaları, kiliseleri, şahane deniz manzarasıyla, bol turistli, geceleri insanların meydanlarda oturup ” tintodeverano” (limonatalı şarap) içtikleri tipik bir güney İspanya şehri Cadiz. Ucuz hostel bulmakta zorlandım. Gecesi 20 euro tek kişi, üstelik kahvaltı yada yemek dahil değil. Sadece bir gece konaklayıp, ertesi gün sokaklarını dolaştıktan sonra Cadiz’den ayrıldım.Planımda Portekiz ve Fas’ı da görmek varken, azalan para ve daralan zaman sorunları beni tekrar Granada’ya yöneltti. Arkadaşlarla “Sebolla” (Soğan demekmiş) meydanında müzik yapılan gecelerden, harika el yapımı terlikler edindikten ve dijiridular yapıp, boyadıktan sonra hiç durmaksızın 4 gün yol aldım. Rotam; Madrid, Barcelona, Milano, Ancona,(gemiyle) Patras, Selanik, Atina ve biletimin bitiş gecesi soluk soluğa vardığım İstanbul.
İspanya hakkında bazı öneriler:
*insanlar ingilizce konuşmuyorlar ve bilmiyorlar. Sadece bazı genç insanlar biraz konuşuyorlar.Tren istasyonu yada otellerde bile ingilizce konuşan yoktu. Yanınızda bir ispanyolca sözlük ve konuşma kılavuzu götürmeniz iyi olur. İngilizce konuştuğum da sert tepkiler aldığım oldu. Diyaloğa ispanyolca, ispanyolca bilmiyorum diyerek girmek daha sempatik oluyor sanırım.
*Lokantalardan ziyade içeceklerin yanında gelen minik tabaklarda ” Tapa” yemek ucuz ve doyurucu. Tapa küçük posiyonlu meze demekmiş ve genellikle bir iki dilim ekmekle servis yapılıyor. “Paelle” içinde deniz ürünleri buluna pilav yemeği. Oldukça lezzetli ve yenilesi.
*Bir ayda tüm İspanya’yı gezmek imkansız gibi. Portekiz ve Fas’a da gitmek istemem karşın zaman kesinlikle yetmedi.Sadece güney kıyılarını gezebildim İspanya şahane bir yer, insanlar neşeli, canlı ve güleryüzlü. Yazarken tekrar gitmek istediğimi farkettim:)
*Ekonomik açıklama yapmak gerekirse, bilet fiyatı dahil bir ayda 1200 euro harcadım