Rinjani Mount 3726 metrelik yüksekliği ile Lombok adasında bulunan, Endonezya’nın en yüksek ikinci aktif yanardağı konumunda. Krater alanı içerisinde Barujari adında bir de küçük volkan barındırıyor. 2009 yılında 8000 metreye kadar küller püskürtmüş olmasından dolayı Barujari volkanına yapılan tüm trekking aktiviteleri durdurulmuş durumda. Aynı zamanda oldukça zengin bitki ve hayvana ev sahipliği yapıp, yağmur ormanlarını da içerisinde barındıran bu alan Rinjani National Park olarak biliniliyor.
Bali adasından Lombok adasına geçmek için Padang Bai kasabasından 4,5 saatlik feribot yolculuğu sonrasında Lembar’a geldik. Feribot kişi başı 45.000rp. Daha kısa sürede gitmek isterseniz Senggigi’ye giden fastboatlarda mevcut ama fiyat olarak da feribotlara oranla kat kat fazla.
Önceki akşamdan hostel rezervasyonumuzu yaptırmış olmanın rahatlığı ile Lombok adasının başkenti olan Mataram’a geçmek için uzun pazarlıkların ardından bir taksi ile anlaştık ve bizi kalacağımız hostele kadar 100.000rp’a götürmesine ikna ettik. Taksi şoförüyle sohbet ederken Lombok adasına fazla turist gelmediğini ve burada ne yapacağımızı sorduğunda biz de Rinjani volkanına tırmanmak istediğimizi söyledik. O da bunun üzerine bu işi yapan bir arkadaşının olduğunu ve istersek bir görüşme ayarlayabileceğini söyledi. Biz de olur deyince hemen arkadaşına telefon etti ve telefonu bana verdi. 2 gece 3 gün için kişi başı 2.500.000rp istiyordu. Bende karar verdikten sonra dönüş yapacağımı söyledim. Yüz yüze görüşmek için bizi Senggigi’ye çağırdı ama hostelimizin Mataram’da olduğunu söyleyince tamam deyip kapattık.
Geceyi geçireceğimiz hostele gelmiştik. Resepsiyona rezervasyonumuzu gösteren belgeyi uzattım ama ortada bir terslik vardı. Dün akşamın yorgunluğu ile yanlışlıkla rezervasyonu dün için yaptırmıştım. Çalışan arkadaşlar kendi aralarında konuştuktan sonra anlayışlı davrandılar ve ek ücret talep etmeden bize oda verdiler. Odaya çıktık, eşyalarımızı bıraktık biraz dinlenelim derken odanın telefonu çaldı. Lobide bir adamın bizi beklediğini söylediler. Aşağı indiğimizde bekleyenin taksiyle hostele gelirken tur için görüştüğüm adam olduğunu öğrendik. Senggigi’den buraya kadar bizimle görüşmek için gelmişti. Turu detaylıca anlattı ve 2 gece 3 günlük bir turun fiyatının 2.500.000rp. olduğunu söyleyince bizde fiyatın çok fazla olduğunu ve düşürmesini söyledik.2.200.000rp’ye kadar düşünce biz biraz araştırmamız gerektiğini ve ona daha sonra dönüş yapacağımızı söyledik ve adamın telefon numarasını aldık. Adam gittikten sonra resepsiyona tur şirketlerinin ne tarafta olabileceğini sorduğumda “Mataram’da bulamazsınız, Senggigi’ye gitmeniz gerekiyor bunun için” cevabı bizi şok etti. Mataram Lombok’un başkenti olmasına rağmen adanın en büyük etkinliği için tur şirketi yoktu.
Hostele 5 dakika uzaklıktaki Mataram alışveriş merkezine gittik, hem tırmanış için almamız gerekenler vardı hem de tur şirketi varsa eğer olsa olsa burada olurdu… Mataram’da tur şirketi gerçekten de yoktu, yada biz bulamadık. Almamız gerekenleri aldık ve tur için gelen adamı aramak için hostele geri döndük. O adamı aramaktan başka şansımız kalmamıştı. Hem saat de geç olmuştu, Senggigi’ye gitseydik eğer git gel daha fazla para verecektik. Yarın sabahtan başlamamız gerekiyordu tırmanışa bir yandan, fazla vaktimiz de yoktu. Hostele dönüp resepsiyondan rica edip numarayı gösterdik. Adamla konuşup 2.000.000rp’ye anlaştık. Yarın sabah 5’te hostel önünden alacaktı. Odamıza çıkıp çantalarımızı hazırladık. Az da olsa uyuyacak vaktimiz kalmştı. 4 gibi uyandık, resepsiyona indik, check-out yaptığımız sırada araba geldi.
Eski model minibüse benzer bir arabaya bindik. Arabada sadece Taner ve ben vardık. Gün daha doğmamıştı ve gözlerimizden uyku akıyordu resmen. Tavsiyemiz yola başlayacağınız gün uykunuzu güzel almanız yoksa yolda çok zorluyor uykusuz olmak. Yolun 2 saat civarı süreceğini bildiğimizden giderken biraz uyuruz diyorduk ama ne mümkün araba eski olduğu için her yerinden ayrı ses gelmesinin yanında sürekli sallanıyor ve her zıplamada kafalarımızı bir yerlere vuruyorduk. Tur şirketinin Senaru’da bulunan ofisine gelmiştik. Senaru Mount Rinjani’nin eteklerinde 600 metrede bulunan bir köy. Kahvaltı için verdikleri pancake ve kahve bizi biraz ayıltmıştı.
40-45 dakikalık beklemenin sonunda pikap tarzı bir arabanın arkasına grubumuzdaki diğer arkadaşlar -3 Çek, 1 Avustralyalı ve 1 İngiliz- ile birlikte 4 porter ve 1 rehberle beraber Sembalun köyüne 1 saatte vardık. Sembalun yürüyüşümüzün başlayacağı köy 1100 metre yüksekliğinde bulunmakta. Eşyalarımızı aldık arabadan ve başladık yürümeye. Biz iki çanta taşımak yerine tek çanta yapmıştık ve yoruldukça değişerek taşıyorduk. Güzel bir havada yürüyüşümüz keyifli başlamıştı. 1. mola noktamız 2 saatlik yürüyüş sonrasında 1300 metredeki Pemantuan noktasındaydı. Genellikle düz yolda yürüdüğümüz için fazla yükseğe çıkamamıştık. Mola süremiz 10 dakikaydı. Yaklaşık 1 saat daha yürüdükten sonra yemek de yiyeceğimiz 2. mola noktamız olan Tengengean’dı. Burada yemek için mola vermiştik. Porterlar kim bilir kaç yıldır aynı yerlere adım attıkları için gözleri kapalı bile bizden hızlı gidebiliyorlar. Biz mola noktasına vardığımızda yemek neredeyse hazırdı bile.
Sulu noodle, pirinç ve ananastan oluşan karbondioksit deposu yemeğimizi yedikten sonra zorlu yola başlayacaktık.
Yemeğin yarattığı ağırlık ile yürümek artık daha da zorlaşıyordu. Grubumuzda bulunan 3 Çek arkadaşın daha önceden antrenmanlı oldukları yürüyüş hızlarından belli oluyordu. Grup, rehber falan dinlemeden önden hızlı hızlı ilerliyorlardı. 1,5 saatlik yürüyüşün ardından 3. ve kamp kuracağımız yerden önceki son molamızdı Pado Balang noktası. 1800 metre. 10 dakika kadar burada dinlenir gibi olduktan sonra en zoruna hazır hissediyorduk kendimizi. Önümüzde koca bir yol vardı. Bulutların üzerine yavaştan çıkmaya başlamıştık, arkamıza baktıkça bunu görebiliyorduk. Önümüzdeki yol geride bıraktıklarımıza oranla daha sert olacaktı. Attığımız her adım yorgunluktan gitmez oluyor kendimizce verdiğimiz 15 saniyelik molalar 10 adım sonra hiç bir şey ifade etmez duruma geliyordu. Bizim yürüyüş ayakkabısı ile zar zor çıktığımız yerleri porterların hiçbir şey yokmuş gibi parmak arası terlikle kat etmesi sinir bozucu geliyordu. Yukarı çıktıkça hava sıcaklığı gittikçe düşüyor. Terden sırılsıklam olmuş tişörtlerimiz vücutlarımıza değdikçe acı çekiyorduk sanki. Sırtımızdaki 4 kg’lık çanta sanki 20 kg. gibi geliyordu.
3,5 saatlik yolu biz yaklaşık 4 saat gibi bir sürede tamamlamıştık. Saat akşam 6 civarıydı. Bütün gün boyunca 7,5 saat boyunca yürümüş tırmanmıştık. 2650 metrede kraterdeydik.
Biz çıktığımızda bizden önce birçok grup gelmiş çadırlarını kurmuşlardı bile. Hemen tişörtlerimizi değiştirip üstümüze kuru bir şeyler giydik. Çadır kuracağımız alana gittik. Porterlar çadırı kurduktan sonra beklemeden ısınmak için çadırımıza girdik. Tur sırasında porterlar sizin için özel çantanız dışında her şeyi taşıyor. Yol boyunca yiyeceğimiz yemek, çadır, mat, uyku tulumu vs. gibi. Eğer ki kendi özel uyku tulumunuzu getirecekseniz sizin için onları da taşıyorlar. Sırtlarındaki yük oldukça fazlaydı yani. Biraz ısındıktan sonra çadırımızın dışına çıktık ve gruptaki diğer arkadaşlar ile yemek hazır olana kadar sohbet ettik. Yemeğimizi yedikten sonra hiç vakit kaybetmeden sonra direk çadırımıza geçtik. Arkadaşların “ayakkabılarınızı içeri alın yoksa gece maymunlar alıp götürebilir” uyarısıyla beraber çadırımıza geçtik. Güzel bir uyku çekmemiz gerekiyordu. Gece 3 gibi tekrar yola çıkacaktık.
Sıcacık tulumlarımızdan uyanın sesleriyle irkildik. Dışarısı çok soğuktu belli oluyordu, yüzümüze yüzümüze vuruyordu adeta. Saat 2 idi. Hızlıca çadırlarımızdan kendimizi dışarı attık, uyanmak için bir şey yapmaya gerek yoktu, soğuk dimdik yapıyordu zaten uyuşmuş bedeni. Sıcacık zencefilli çayımızı içtikten sonra üstlerimizi gecenin soğuğuna göre giyinip kafa ve el fenerlerimizi de yanımıza alarak başladık koyun sürüsü gibi rehberin arkasında yürümeye. Yanardağdan püsküren küllerin üzerinde yürüyorduk adeta. Attığımız her adımın yarısı kadar geri geliyorduk. Ayaklarımız bileklerimize kadar kuma saplanıyordu. Yukarıya doğru baktığımızda yukarı çıkan insanların fenerleri sanki ateş böceği gibi geliyordu alaca karanlıkta. Yukarıya başka insanların çıkmış olması ya da çıkacak olması ayrı bir heyecan veriyordu ve daha bir istekle atıyorduk adımlarımızı.
2650 metrede başlayan yürüyüşümüz de 3400 civarına geldiğimizde oldukça yorulmuş durumdaydık. Son 300 metreyi çıkmadan önce uzun bir süre oldukça az eğimli yollarda yürüdük. Sağımız solumuz tamamen uçurum. En küçük bir hataya bile yer olmayan yollar. Bu noktalardan birinde fenerimi sağ tarafıma doğru tuttuğumda rehber tarafından azar işittim adeta. Çok yüksek yapmamalısın gibilerinden. Gerçekten de o karanlıkta aşağı bakmak çok tehlikeli ya da insanı korkutabiliyor. Çünkü ucunda görünen bir şey yok. El feneri bu açıdan kafa fenerine oranla daha kullanışlı olabilir, sadece önüne tuttuğun sürece nereye bakarsan bak. Ama kafa feneri kullanan arkadaşlar daha fazlaydı. İlerledikçe hem yorgunluktan dolayı hem de Taner’in ayak tırnağındaki sorun nedeniyle yavaşlıyorduk. Grupta ki Çek arkadaşlar yine önden yardırıp gitmişlerdi bile. Rehber ise arkamızda kalmıştı. Ben önden bir miktar yürüyorum hem kendimi dinlendirmek için hem de Taner’i beklemek için kısa molalar veriyordum. Yaklaşık 40 dakika kadar böyle devam ettik yürümeye.
Saat 6’ya geliyordu. Gün doğumu yakındı. 3’te yola çıkmamızın sebebi en tepeden gün doğumunu izleyebilmekti. Ben Taner’i geride bırakarak kendime verdiğim tüm enerjiyle yukarıya doğru yürümeye başlamıştım. Yol düzlükten çıkıp gittikçe dikleşiyordu ve kumlar artık daha da rahatsız ediyordu. En yukarıyı görebiliyordum artık çok da yakın görünüyordu ama ulaşmak gerçekten de zordu. Taner’i geri de bırakmama rağmen 10 adım atıp 10 saniye dinleniyordum. Hava çok soğumaya başlamıştı, üzerimizdeki rüzgâr geçirmez montlar bile yetmiyordu neredeyse. Soğuğa dayanamayıp geri dönen insanlar bile oluyordu hedefe ulaşmaya sadece 150 metre kala. Direniyorduk resmen soğuğa, yorgunluğa, ayakkabılarımızın içine kadar giren kumlara, çakıllara karşı.
Gün doğumunu kaçırmak üzereydim. Güneşin tüm kızıllığı volkanın diğer tarafından bize doğru parlıyordu.
En tepeye çıkan insanlar yavaştan inmeye başlamışlardı. Her inen insanın yüzünden mutluluk gülümsemesi ve hepsi de bize enerji vermeye çalışıyor. “çok az kaldı” “10 dakika sonra kumlar bitiyor, oradan sonrası çok basit” gibilerinden. Ben de tüm yorgunluğumu unutup büyük bir heyecanla neredeyse nefes dahi almadan en tepeye çıkmıştım, nefes nefese.Etrafıma bakacak zaman bulamadan kendimi yere attım. Kafamı ne tarafa çevirsem ayrı bir manzara görüyordum. Ben yukarı çıktığımda gruptaki Çek arkadaşlar aşağı inmeye başlamışlardı. 15 dakika sonra kadar Taner de nefes nefese gelmişti.
Bulutların üzerine az önce çıkmış güneş, Gili adalarıtam karşımda diğer tarafta Bali, öbür tarafta etrafı Segara Anak gölü tarafından etrafı tamamen kapanmış Barujari volkanı…
Sanırım en önemlisi de bulutların üzerinde olmak. İnsana gerçek bir meydan okuma hissi veriyor.
Dinlenmiştik bir nebze, rehberin ikram ettiği bisküvilerden de enerji toplamıştık ama suyumuz bitmişti. Aşağı inme vakti gelmişti. Taner ile ben önden başladık. Malum kumlarda çıkmak ne kadar zorsa inmekte en az o kadar zordu. Her adımımızda iki adım kadar da kayıyorduk.Bu yüzden ayaklarımızı adım atarken mümkün olduğunca kısa süre yerde tutmamız gerekiyordu. Koşar adımlarla iniyorduk yani.Diğer türlü norma lyürümek isterken denge kurmak çok zorlaşıyor haliyle de düşme riski artıyor. Çıkarken gecenin karanlığında yolun sağı ve solundaki uçurumların ne kadar yüksek olabileceğini tahmin ediyorduk ama göremiyorduk.
Dün kamp yaptığımız yere 1,5 saatte geri dönmüştük. Aşağı inerken hala yukarı çıkan insanları görüyorduk. Biz çıkarken az kaldığını söyleyen insanlar gibi biz de onlara söylüyorduk. İnsanın inancını artırıyor bu, motivasyon sağlıyor. Kamp noktasına en son dönenler biz olmuştuk. Herkes kahvaltı yapıyordu. Biz de birer tabak aldık kahvaltıdan ama hiç iştahımızın olmamasına rağmen yememiz gerekiyordu. Kahvaltının yanında ki kahve yine hayat kurtarıyordu. Kahvaltıdan sonra gruptaki 3 Çek arkadaş turları 1 gece 2 gün olduğu için dönüş yoluna hazırlanıyordu. Onlarla beraber 2 porter da geri dönüyordu. 1 gecelik turlarda dönüş geldiğimiz noktadan yapılıyor ama diğer turlarda yolun diğer tarafından iniş sağlanılıyor. Arkadaşları gönderdikten sonra kahvelerimizi içtik, çantalarımızı düzenledik, sularımızı doldurduk. Tekrar yola hazırdık.
Gölün kenarına doğru inecektik şimdi. Yollar tamamen kayalıktı, bazı yerlerde yürümek gerçekten çok zordu, dikkatli olmak gerekiyordu. Küçükken kayalıkların üzerinde çok fazla oyun oynamış olmanın artılarını kullanarak rahat rahat iniyordum ben ama yine de dikkatli olmak gerekiyordu. Rehber sürekli uyarıyordu: Koşmak, zıplamak yok diye. Ne koşacak ne de zıplayacak yer yoktu zaten. Bazı yerlere geçişamaçlı merdivenimsi şeyler yapılmış zamanında ama dayanamamış uçmuştu tüm yapılanlar. Parçalanan beton parçalarını ve trabzan demirlerini görüyorduk.
2 saat kadar kayalıklardan aşağı indik. Buradan sonra ki yolumuz daha kolaydı. Düz arazilik patika yollarda yürüyecektik. 3 saat yürüdükten sonra yemek için Segara Anak gölünün kenarında mola verdik. Suyu gören Dominic dayanamayıp daldı göle. Tam bir ağacın dibine oturduk biraz dinlenelim derken yağmur başladı. Üstü kapalı barınak gibi bir yapıya sığındık. Kısa bir süre yağdıktan sonra klasik öğlen yemeğimizi yedik. Çantalarımızı aldığımız gibi sıcak sulara doğru yürümeye başladık. Gölden 15 dakikalık yürüme mesafesinde hot springs. Yürüdükçe yerden yukarı doğru yükselen buharları gördükçe heyecanımız artıyordu. Suyun ilk çıktığı nokta çok sıcak olduğu için biz bize uygun sıcaklıkta olan yeri bulup oraya girdik. Sıcacık doğal kaynak suyuyla iki gündür kirlenmiş vücutlarımızı bir güzel temizledik, sıcak suyun tadını çıkardık. Şelalenin altına girip yorgun düşen bedenlerimize düşen suyun şiddetiyle masaj yaptırdık. 1 saat kadar sıcak suyun keyfini çıkardık. Yol beklemez. Hot springs’ten yemek yediğimiz yere tekrar dönüp göl kenarından yukarıya doğru yürümeye başladık.
Sıcak su bizleri mayıştırmış olmalı ki artık yürümek daha da zor geliyordu. 2.geceyi geçireceğimiz yere gidiş yolunda kayalıklardan tırmanarak yukarı doğru çıkacaktık. Yağmurdan dolayı kayaların çok kaygandı. Aşağı uçmamak için çok dikkatli olmamız gerekiyordu. Ben rehber ile birlikte önden ilerliyordum gruptaki diğer arkadaşları bekliyorduk ara açıldıkça. Dominic sürekli arkada kalıyordu hatta sık sık mola vermeye başlamıştı. Yanına gittiğimizde nefes almakta çok zorlandığını söyledi. 10 dakika yürüyor 5 dakika Dominic için mola veriyorduk. Taner ve ben yola çıkarken tek çanta yaptığımız için o sıra bende çanta yoktu ve Dominic’in astımı artınca çantasını ben taşımak durumunda kalmıştım. Dominic bir nebze rahatlayınca biraz hızlanmıştık ama yine de olması gerektiği hız da değildik. Yollar gittikçe zorlaşıyor ve yürümek her adımda daha da yorucu geliyordu. Kamp yapacağımız yere 1 saat kadar kala Dominic kendisini iyi hissettiğini ve çantayı taşıyabileceğini söyleyince biz Taner ile en önden kamp yapacağımız noktaya grubu biraz arkada bırakarak hızlıca geldik.
Öğlen yemek yediğimiz yerde bizimle beraber olan başka bir grup bizden çok önce gelmiş olmalılar ki çadırları kurulu, yemeklerini yemişler kahvelerini içiyorlardı. Biz geldiğimizde hemen bize de birer kahve ikram ettiler, hava baya soğumuştu. Kahve ile içimizi ısıttık. Kendi grubumuzu beklerken o gruptaki insanlarla sohbet ettik biraz. Aralarından bir arkadaşlarının doğum gününü kutladıklarını söylediler. Doğum günü için uygun ortam yoktu belki ama atmosfer oldukça güzeldi. Kahve ile Hollanda usulü doğum günü partisi! Kulağa hoş gelmiyor belki ama onlar herşeye rağmen çok eğleniyorlardı. Porterlar bizden hızlı oldukları için çadırlamız hazırdı bizim gruptaki herkes gelince çadırlarımızın oraya geçtik.
Bugün kamp yapacağımız yer Rinjani yanardağı kraterinin Senaru yönündeki kısmındaydı. Yükseklik 2650 metre civarında. Yani gün içinde Sembalun krater kenarından 2000 metre yükseklikte ki göle inip oradan tekrar 2650 metre yükseklikteki Senaru krater kenarına çıkmıştık. Gün batmak üzereydi ama biz gün batımını izlemek için doğru yerde değildik çünkü bir şey görememiştik gün batımına dair. Yemeklerimizi yedikten sonra çadırlarımıza çekildik ve yarın dönüş yolu için dinlenmeye başladık. Bugün ilk günden daha fazla yol katetmiştik ve haliyle bugün daha da yorucu geçmişti.
Sabah 7 gibi rehberin kalkın sesiyle uyandık. Gün yeni doğmuştu.Yumurtalı pancake ve kahve ile kahvaltımızı yaptıktan sonra dönüş yoluna başladık. Güneş tüm ışıltısıyla tam tepemizde parlıyordu. Dönüş yolunun keyifli olacağı belli oluyordu. Gruptaki herkesin neşesi yerindeydi. Yolculuk süresince neredeyse hiç gülmeyen rehberimiz bile espriler yapıp kahkahalar atıyordu. Bugün bütün yol boyunca aşağı doğru inecektik. Rehberden bunu duyduktan sonra daha bir mutlu olduk. Yeşillikler arasında devam eden 2 saatlik yürüyüşümüze 10 dakika ara verdik. Bu noktadan sonra Senaru’ya gelene kadar yağmur ormanlarında yürüyecektik. Ormanda görülecek çok şey var gibi geliyordu ama rehber, Dominic ve Esterönden çok hızlı gidiyorlardı. Oysa biz etrafı da incelemek istiyorduk. Ağaç kökleri önümüze bakmadan yürüyemeyecek kadar engel oluyordu. Haliyle takılıp düşmemek için hem adımlarımıza dikkat ediyorduk hem de ormanı gözlemlemeye çalışıyorduk. Bir süre böyle devam ettikten sonra ve ormanda maymunlardan başka da bir şey göremediğimizden biz de hızlandık ve diğer arkadaşları yakaladık.
3 saatlik yürüyüşün ardından yemek yemek için mola vermiştik Pos Extra noktasında. 1165 metreye kadar inmiştik. Yemeklerimizi yedikten sonra Senaru’ya kadar 2 saat daha yürüdük. Herkes çok yorulmuştu. Bir an önce güzel bir duş ve temiz bir yatakta uyumanın hayalini kuruyorduk. Cuma gününe denk geldiğimiz için ve Lombok’un da %95’i müslüman olduğu için bizi tur firmasının arabasıyla Senggigi’ye götürecek adamın namazının bitmesini bekledik 1 saat kadar.
2 gece 3 gün süren gezimiz beklediğimizden daha da yorucu geçti. Gezi boyunca harika bir gün doğumu ve gün batımı görmüştük. Volkanın eteklerinden çıkan doğal sıcak sularda yüzmüştük. Değişik ülkelerden sırtçantalı gezginlerle tanışıp, uzun uzun sohbet etme şansı yakaladık. Çok yorulduk, bulutların üzerine çıktık, attığımız her adım sanki bulutların üzerinde yürüyormuş hissi veriyor insana. En tepe de olmak gerçek bir meydan okuma, 3726 metre tırmanmış olmak; üç günde yaklaşık 70 km yürümüş/tırmanmış olmanın getirdiği yorgunluğu unutmak için geçerli bir sebep oluyor. Her yerimiz yorgunluktan ağrıyor, sızlıyor, acıyor ama belki de her şeye değebilecek bir şey başarmış olmanın verdiği mutluluk ve özgüvenle ayaklarımızı uzatıp yatabildik, yüzümüzdeki tebessümle.
Her gün yeni bir gün, yeni bir heyecan…