Hola diye başlıyorum çünkü Varuna Gezgin ailesiyle çıktığım ilk ülke Arjantin oldu… Ama ilk başta kendimi ufak bi tanıtmak isterim. Ben Kuzey nam-ı değer sarma kralı. Neden sarma kralı diyorlardı, aşağıda birazdan anlatacağım. 22 yaşında Akdeniz Üniversitesi Sinema Televizyon öğrencisiyim . Yaklaşık 6 aydır Varuna Gezgin ailesi ile beraberim. Fotoğraf makinem çalınmış, eve çıkmam lazım yani paraya fazlasıyla ihtiyacım var anlayacağınız; neyse kötü bir dönemden geçerken karşıma bir arkadaşım vasıtasıyla Varuna Gezgine başladım. Bir işletmenin paradan çok neler katabileceğini gerçekten burada öğreniyorsunuz. Çünkü burada öğrendikleriniz edindiğiniz tecrübeler ilerde çok değerli bir şekilde geri döneceğine eminim.
Varuna Gezginde büyük bir altın bilezik diyebilirim. Sarma Kralı diyorlardı çünkü sarma sata sata gezme şansına eriştim, her hafta farklı satış ürünlerden belirli ürünleri en çok satan ilk 3 kişi yurt dışı gezisine gitme şansını elde ediyordu. Bende güzel satışlar yaparak ilk üçe girdim, Arjantin, Uruguay veeee Brezilyaa o ünlü Rio sahillerine burada kış yaşanıp mont giyilirken ben diğer yarım küreye gidip denize girecektim ufff inanılmaz değil mi?
Antalya şubeden çıktım Antalya Havalimanına oradan İstanbul Havalimanına gelerek Arjantin’e gidecek İzmir ve Ankara dan gelen arkadaşlarımla buluştum. Uçağa bindik Sao Paulo aktarmalı gidiyorduk çünkü Murat Hocalarda farklı bir rotadan gelip aynı uçakta buluşacaktık Hoca gerçekten güzel denk getirmişti. Buluştuk ve devam edip Buenos Aires’e kelime anlamı güzel havalar, Güney Yarım Kürenin Paris’i olarak bilinen yerimize gece saatinde indik. San Telmo mahallesine American Del Sur hostele giriş yaptık çantalarımızı odaya çıkarmadan Arjantin ‘in ünlü Quilmes birasını midemize yuvarladık.İlk olarak ertesi gün bütün ekip Buenos Airesin ünlü San Telmo pasajlarını gezme şansını bulduk,güzel bruschettalarımız ellerimize aldık ve o ünlü boca juniors takımının olduğu mahalleye La Bocaya futbolun asi çocuklarının mahalle kültürünü buram buram yaşayacağınız renkli sokaklarında kaybolacağınız maradona’nın doğduğu mahalleye geldik. La Bombonera stadı beni çok büyülemişti , evet çok lüks çok teknolojik bir stat değil duvarları dökülüyor çevre düzenlemesi zayıf ama şunu hissediyorsunuz; Ruhu, sizi bir yanda boca taraftarı yapabilecek ruh sizinle beraber olabiliyor.Stada yakın bir yerin güzel bir sokağında fıçı bira satan adamın yanına gidip hep beraber biralarımızı aldık boca formaları giyip sokakları gezmeye başladık.
İkinci gün şehir turuna devam ediyorduk hayatımda gördüğüm en iyi rehberle gezmek gerçekten güzel bir ayrıcalıktı kafasında çizdiği sanki geçen hafta buradaymış ya da yıllardır burada yaşıyormuş gibi duran eliyle koymuş gibi bulduğu caddeler, restorantlar,cafeler internete gerek duymadığımız bir gezi de geçirdik diyebiliriz.Kaybolmuyorduk çünkü yanımızda Google maps gibi bir adamla beraberdik Murat Fıçıcı. Plaze de Mayo meydanına yani mayıs meydanı meydanın hikayesi ilginç, cunta döneminde otuz bin kayıp evladını Arjantinli annelerinin birliğidir.Anneler, çocuklarına ne olduğunu öğrenmeye çalışırken bir araya geldikleri meydan olarak bilinir. Acı dolu bir hikayesi olduğu içinde olabilir belki, fazla turist çeken bir meydandır. Aynı gün Florida caddesine girdik İstiklal Caddesine çok benzer kalabalığın hat safhada olduğu güzel bir cadde diyemem çünkü kara borsanın hüküm sürdüğü “cambio, cambio” diye seslenenlerden birisi ile pazarlık edip paranızı bozdurabiliyorsunuz. Tahminimce ilerde o caddenin ismi Change Office olsa hiç şaşırmam. Karnımız acıktı nerde yemek yeriz diye konuşurken Varuna Gezginin 2005 yılından beri her Arjantin gezisinde gidildiği Sesnivel lokantasına gittik. O güzel Arjantinin bifteğini yemeden olmaz tabi.
Üçüncü gün yine Varuna Gezginin 10 yıldır geldiği hatta bizimde onlara hediye ettiğimiz duvarda asılı olan 160 yıllık tarihi mekanı Cafe Tortoniye gitme şansı bulduk.Kapıda hunharca içeriye girmek için insanların kuyruk oluşturduğu otantik tarihi ve ruhu hissedilen güzel hoş bir mekandı.Hep lokanta, kafe diyorum çünkü Arjantine gelip o güzel biftklerini şaraplarını ve tatlılarını yemeden olmaz çünkü hele bir yeri gezerken oranın sokak yemeklerini yemek en doğrusu diyebilirim, bir yeri tanımak oranın kültürünü öğrenmek istiyorsanız o yol kesinlikle oranın sokaklarından geçiyor.
Üçüncü günün sonunda ya da dördüncü günü tam hatırlayamıyorum ama Arjantin den 1 saat uzaklıkta El Tıgre denilen yazlık cennetten bir parça denilecek doğa harikası insanın her şeyini bırakıp bu nehir üzerindeki adalardan birine yerleşesi geliyor.Bütçemizi sarsmadan bir tekne kiraladık nehirlerin arasında etrafında palmiyeler bulunan yazlıkların şık görüntüsü eşliğinde manzarayı seyre daldık.Yine tabi ki El Tigre bölgesinde sabah on ikide açılıp akşam saatleri arası açık olan bizim buradaki gibi esnaf lokantası usulü bir yerde güzel bir biftek söyleyip hep beraber yemeğe koyulduk.
Ertesi gün Antalya şube için Buenos Airesin caddelerinde pazarlarında forma ve bayrak arayışı içindeydik, eskimiş tarihi olan belli kimselerin giydiği asıldığı formalar ve bayraklar bulmak istiyorduk çünkü o bizim için daha anlam kılan bir olaydı. Ve o gün tabi kadınlar günüydü. Kadınları gününün nasıl kutlandığını Buneos Aireste görmekte bizim için farklı ayrıcalıklı bir gündü de diyebilirim.
Beşinci gün rotamızı değiştirelim şöyle güzel bir Uruguay- Montevideo mu yapsak diye konuşurken Murat Hoca çoktan biletleri almıştı.
Hazırlandık, vapura bindik Güney Okyanusa bağlı Arjantin Boca’dan Montevideyo’ya 2 saatlik bir sürede oraya vardık.Taksilere atladık, Otele doğru yola çıktık.Ve çantalarımızı koyar koymaz hemen otelimizin karşısında bulunan Plaza Independencıa meydanın yanından girip ara sokaklarında yemek yiyecek yer arıyorduk.Hep de bir yemek anlatıyor oluyorum sanırım ama Güney Amerika’ya gelip te oraların güzel etlerinden yemek olmaz tabii..
Montevideo da yapılacak şeyler çok kısıtlıydı, ve şansımıza sonbaharın baş göstermesi yağmur ve rüzgar soğuktan kaçıp daha yukarıya Brezilya’ya denizin güneşin kumun bitmediği yere tabi benimde en merak ettiğim yere RİO ya rotamızı çevirdik. Montevideo dan biletleri alıp ilk başta Buenos Airese geçtik sonrada Rio için Havalimanın yolunu tuttuk. Biletlerimiz hazır chek-in sırası beklerken bir anda Uçak firması görevlisi Rio dan dönüş biletiniz gözükmüyor sizi alamam diyince işte orda kıyamet koptu.
Bütün Ekip firmaya saldırıyorduk trajikomik bir sahne diyebilirim; nasıl almazsınız, bizim biletlerimiz var, vize memuru değilsiniz sizin buna hakkınız yok dememize rağmen görevliler sanki bize önceden bilenmiş gibi her ne dediysek hayır cevabını aldık. İşte ben orda İngilizceyi söktüm Uçağın kalkmasına 20 dakika kalmıştı ve biz o sıra Rio dan dönüş biletleri almaya çalışıyorduk herkes çok gergin, bir yandan Rio’ya aldığımız uçak paralarına mı yanalım bir yandan aha Brezilyayı göremeden döneceğiz sanırım endişesiyle saçma sapan Rio çıkışı biletler almaya başladık. Bileti alınan chekin yaptırıyordu. En son ben kaldım benim biletimi alamamıştık. Ve oradaki görevli sizi alamam diyince bir kez daha çıldırdık ve orda bütün ekip Kuzey gelmiyorsa bizde gitmiyoruz diyip görevliye rest çekildi işte orda backpack ruhunun ne demek olduğunu Varuna Gezgin Ailesi dedikleri o aile kelimesini daha iyi anlamış oldum.
Rioya indik Copacabana sahili tarafında Avrupalı turistlerin öğrencilerin kaldığı bir hostele girdik. Avrupa ibaresi önemli çünkü Corona Pandeminin arttığı günler olduğu için Avrupalıların corona taşıdığı endişesiyle ertesi gün ayrılmıştık.
Rio ya gelmişsin ilk yapacağın tek şey eline bir tane top alıp deniz şortlarını giyip kendini o Rio’ nun ucu bucağı gözükmeyen altın beyaz kumuna kendini şöyle bir bırakmak. E kıştan geliyorsun güneşi de görmüşsün daha ne yapabilirsin ki. Sahilde uzanırken dilimiz kurudu tabi gördük ki sahilin içinde Brezilyanın ulusal kokteyli cachaca denilen şeker kamışından ateşli bir likörle oluşturulan efsanevi caipirinhalar kapış kapış gidiyo hemen birer tane aldık güneş gözlüklerimizi taktık güneş sağ taraftan vurmuş hafifi yanma belirtileri başlamış ekipten bazılarımız Brezilyalı amigolarla top oynamaya başlamış gerçekten güzel bir görüntüydü. Gezinin o güzel tatlı yorgunluğunu oracıkta atmış olduk.
Brezilyada ki ikinci günümüz Timur,Ebru,Erman ve ben o meşhur stat Brezilya dediğimiz zaman akla gelen ilk şey futbol, futbol dediğimiz zaman akla ilk gelen de o meşhur stat Maracanaya yola çıktık. Ekibin diğer kısmı yaşlılığın verdiği yorgunlukla otelde kaldılar. Stad gerçekten çok büyüleyiciydi bir de orda 60.000 kişinin tıklım tıklım doldurduğunu hayal bile edemedik.
Üçüncü günü de Rio sahillerinden sonra en fazla turist çeken yeri yağmur ormanları arasında 100 kişilik bir teleferik yolculuğu içinde 10 dakikada Brezilya’nın en yüksek dağı Corcovado Dağı üzerinde yer alan şehrin sembollerinden biri olan Cristo Redentor yani İsa heykeline çıktık.Çıktık ama tepe ana baba yeri gibi o sıralarda da Pandeminin dünyada yoğunlaştığı günlerdi ve Timur da ve bende korku sarmaya başladı manzarayı seyredip fotoğraflarımızı çektir tikten sonra hatta keşke gelmeseydik çünkü insanlarla aramızda sosyal mesafenin sıfır olduğu dakikaları yaşamak bizde çok büyük endişeye sebebiyet verdi. Ve sonra hızlı bir şekilde apar topar ayrılmak zorunda da kaldık.
Sonra ertesi günü akşamı hep birlikte otelin lobisinde otururken Türkiye’den kötü haberler gelmeye başladı. Bar,Restorantlar,eğlence yerlerinin etkinlik alanlarının kapatılacağını haberini aldıktan sonra hepimizin bir anda modu düşüverdi.Ne yapacağımızı bilmiyorduk Türkiye de neler olacak biz buralardayız uçaklar teker teker iptal oluyo derken biletleri alıp Türkiye ye dönüş başladı. Ekipten iki kişi ertesi günü sabahında gitti, bizde Erman’la iki gün daha Brezilya da kalıp sao paola dan direkt uçuşla İstanbul’a geçecektik.
Artık güzel başlayan geziyi endişeli ne olacağı belli olmayan bu pandeminin içine kendimizi attık.Tatilimizin sonuna gelmiştik, yeni insanlar tanımanın verdiği mutluluk Murat Hoca gibi dünyayı avucunun içi gibi biriyle gezmek gerçeken çok ayrıcalıklıydı. Bu gezi bana çok şey kattı gezmenin ne kadar keyifli bir öğretmen olduğunu gezdikçe anlayabilirsin. Her kötü olay insana bir şeyler öğretir bu yaşadığımız pandemi süreci de bize ders olur da sosyal işbirliği içinde empati yaparak paylaşarak uzlaşarak kendin için istediğini başkası içinde istemek küçük şeylerden mutlu olabilmek özetle iyi insan olmayı öğrenerek “Sev, Değer ver Paylaş” sloganı ile yeni bir insanlık inşa edilmiş olur. Ama her zaman dediğimiz gibi Yol her zaman öğretecektir……